Konusu: ‘
”Sapkın, yabancı bir adamın evinde kedi-fare oyununun içine çekilen iki dindar genç kadının hikayesini konu ediyor. Colorado’nun küçük bir kasabasındaki Mormon kilisesinden iki genç misyoner, sakinlerin dinini değiştirme umuduyla kapı kapı dolaşır. Başarısız geçen bir günün ardından Rahibe Paxton ve Rahibe Barnes, Bay Reed’in evine vardıklarında onun cazibesinden hemen etkilenirler. Ancak çılgın hobi filozofunun onlar için hazırladığı kötü planlardan haberleri yoktur. Genç kadınlar çok geçmeden bir tuzağa düştüklerini anlarlar. Ev, hayatta kalmak için yalnızca yaratıcılıklarına ve zekalarına güvenebilecekleri gerçek bir labirenttir.’‘
IMDb: 7.0
Yorumum:
Öncelikle filmi Gerilim-Korku olarak değerlendirmekten çok içeriğine bakmamız gerekiyor çünkü türüne nazaran değindiği noktalar ve asıl anlatmak istediği türünün önüne geçerek sizi germekten çok düşündürüyor.
İşleniş bakımından (Giriş-Gelişme-Sonuç) sayısız örneği olsa da içerik bakımından bir hayli uçları zorlayan Heretic; izlerken alt metinleri, sembolleri ve atıfları anlamaktan, çözmeye çalışmaktan büyük keyif aldığım ender filmlerden oldu. Bu yüzden izlerken daha çok konuya odaklanıp hikaye içinde kaybolmanızı öneririm.
Yorumumun bu kısımdan sonrası yoğun spoiler içermektedir. Kesinlikle filmi izledikten sonra okumanızı öneriyorum.
Bir derdi olan, sorgulayan filmlerde genelde açılışlar çok önemli olur çünkü yönetmen aklında ki soruyu (filmin ana sorusunu) ilk başta göstermekten ve ilerleyen zamanlarda aklınızda çakan şimşeklere flashback yapmaktan keyif alır ”Mm… demek ki açılışta ki şu sahne/konuşma bu yüzdenmiş!” dersiniz ve Heretic’te bunu yapıyor.

Açılış sahnesinde yukarıda gördüğünüz gibi iki gençten kadın bir bankta oturuyor (Bankta ”Kim dedi boyutu önemli değil?” yazıyor ve konuştukları konu da zaten oturdukları bank ile ilgili yani yönetmen hem gösteriyor hem söyletiyor) deneyimleri olmadığı halde seks, prezervatif konusunda konuşuyorlar ve konuştukları her şey ”Bir başkasından duydukları.” (Bir başkasından duyduğu kısmı yani bizim anladığımız bu kısım filmin ana ”Sorun” temelini oluşturuyor) Paxton (görsele göre solda olan) magnum boyların da kalan hepsiyle aynı olduğunu duyduğunu söylüyor Barnes karakteri de bunun doğru olmadığını (Yine başkasından duyduğu bilgiyle) savunuyor bu konuşma sırasında Paxton şöyle diyor; ”+Sadece pazarlama yüzünden başka neye inanıyoruz? Mesela, eğer sana Mormon Kitabı’nın sahte olduğu söylenerek büyüseydin muhtemelen sahte olduğuna inanırdın çünkü sana söylenen buydu.”
Yani yönetmenimiz film başlayalı daha 1 dakika olmuşken kafamıza beyzbol sopasıyla vurmayı başarıyor ”Bize söylenenlere inanıyoruz?” Film daha başlar başlamaz ortaya derdini atıyor ve çorap sökülmeye başlıyor.
İlerleyen dakikalarda geçen sohbetlerden bu iki kişinin Mormon inancını yaymakla görevli olan rahibeler olduğunu anlıyoruz peki toplumun bu duruma bakışı ne? Yönetmen popüler kültürün inanç veya inançlara bakışını yine kendi tarzıyla eleştirdiğini görüyoruz. Bisikletleriyle dolaşan Paxton ve Barnes yolda (Muhtemelen tiktok videosu çeken) üç kız görüyor o kızlar yanlarına gelip ”Sizinle fotoğraf çekilebilir miyiz?” diye sorup fotoğraf çekilirken içlerinden biri ”+Gerçekten sihirli iç çamaşırı mı giyiniyorsunuz?” deyip Paxton’un eteğini indiriyor;

”Sihirli iç çamaşırı” dediği aslında Mormon inancına göre ”Kutsal İç Çamaşırı” olarak yer alıyor. Bu inanca göre Paxton’un giydiği (Mormon iç çamaşırı, dizinin hemen üzerinde biten iki parçalı bir giysi. Mormonlara göre, kutsal iç çamaşırları, Mormonların Tanrı ile olan sözleşmesini sembolize eder. Kaynak ) çamaşırı onun en özeli ve direkt olarak inancı ve yaratıcısı ile bağlılığını sembolize eden yegâne somut işareti. Ellerinde soğuk kahveleri ve telefonlarıyla popüler kültürü sembolize eden kızlarla kutsa iç çamaşırını giyen Paxton’un bu sahnesi bize çatışmanın ne denli yozlaşabildiğini çok küçük basit bir şekilde gösteriyor. Bu çatışmanın büyümesiyle maalesef milyonlarca insanın öldüğünü hepimiz biliyoruz.
Ben filmin anlatı akışını üç katman altında topladım bu sayede anlatımımı daha temelli yapabiliceğim;
1) Evin girişi / oturma odası = Size sunulan gerçeklik
2) Mr. Reed’in gittiği evin arka tarafı / Mr. Reed’in somut olarak sunduğu düşünceleri = Yinelemeler ve sorgulayış
3) Mr. Reed’in bodrum katı = Tinsel yolcuğu, kayboluşu
Çorap sökülüyor ve aslında filmin en can alıcı yerine geliyoruz evet Mr. Reed’in evi, ilk katman. İki karakterimiz o eve geldikten sonra yönetmen artık ”Ben göstereyim siz anlayın.” ilkesini bırakıp direkt olarak hem gösteriyor, hem anlatıyor. Sözüm ona ”Kötü karakterimiz” Reed’in sorgulayış yöntemi hem rahibeler hem size tokat gibi çarpıyor. Zaten gözükeni, yani direkt olarak söylediği ve eleştirdiği noktalara değinmeyeceğim onu hepimiz filmi izlerken net şekilde görüyoruz. Ben yönetmenin kokulu mumla (Yine iç çamaşırı örneğinde olduğu gibi yani basit şekilde gösteriyor ama üzerine makaleler yazılacak cinsten bir metaforik anlatıydı) yaptığı o harika metafora değinmek istiyorum;

Mr. Reed eve gelen rahibelere eşinin turta yaptığını söylüyor ve içeri davet ediyor. Biraz sohbetten Paxton ”Turta harika kokuyor.” diyor ve Mr. Reed’in yüzünde ki mikro ifadeler (Hugh Grant harika oyunculuk sergiledi tüm film boyunca) işin içinde bir şeyler olduğunu bize hissettiriyor sonra turtanın neyli olduğunu tahmin edin diyor ve ortamı koklayan Paxton ”Yabanmersini” diyor ve tabii doğru tahmin ediyor çünkü ortam yabanmersinli turta kokuyor. Peki gerçekten turta var mı yoksa Mr. Reed onlara sadece vâr olduğunu mu söyledi mi?
Yönetmenin burada ki atıfı o kadar güçlü ki filmin bütününü oluşturan somutluğumuz el kadar mum. Bu ”Basitçe” anlatma fikrine bayıldım. Lafı dolandırmıyor, dallanıp budaklandırmıyor. Biz, bize söylenen ve inandığımız şeylere söyleyen kişinin etkisiyle inanabiliyoruz. Doğruluğu mu önemli olan yoksa sadece doğru olduğuna inanmamız mı? Bu harika soruyu kendi kendimize sormamıza olanak veriyor tabii cevabı film vermiyor çünkü cevap ortada; sensin.
İkinci katman ve Mr. Reed’in odasına gidiyoruz orada çok daha sert tezler, hipotezler görüyoruz. Derlenmiş portreler, kutsal kitaplar… ve benim de filmi izlememe sebep olan (Bu sahneye denk gelmiştim ve sonra filmin tamamını izledim) Monopoly atıfı;

Burada sunduğu ”yinelenme” fikri bir önce ki ”size sunulan gerçeklik” önermesi ile birleştiriliyor. Yani ”Size sunulan yinelenen fikirler.” adı altında büyük dinleri toplayıp üzerine yorumlamalar yapıyor. Mr. Reed’in içsel yolcuğuna adım, adım ilerlerken sizde aynı anda sorgulamaya başlıyorsunuz.
Mormonluk 1830 yılında Joseph Smith, Jr. tarafından kurulmuştur. Bu bilgiye göre üç büyük dinden sonuncu olan İslâm ile arasında 1220 yıl var demektir. Yinelenme…
Çok bariz olan bahsettiği konu üzerinde durmak istemiyorum ama bu sahnede de yine yönetmenin mikrodan makroya geçişini milyonlarca kişinin bildiği veya oynadığı popüler masa oyunu Monopoly’den geçmesi harika iş.
(Şöyle bir parantez açmak istedim. Türkiye’de kiliseye kayıtlı ”Mormon” inanınca sahip 439 kişi var. ”Öte yandan Haziran 2006’da yayınlanan Mormonluk ve Mormon Kilisesi Üzerine Bir Araştırma” adlı makalede belirtilen veriye göre Türkiye’de 850 Mormon yaşamaktadır. Kaynak )

Son katmana yaklaştığımızda (Yani rahibeler bodruma inmeden önce) Mr. Reed onlara iki seçenek sunuyor. ”İnançsızlık ve inanç” kapıları. Sahneye baktığımızda ikisinin de birbirinin tıpatıp aynısı kapılar. Yani yine harika bir anlatım şekli; ”İnanmakta, inanmamakta birbirinin aynı tek fark kontrolcünün elinde tuttuğu güç.” Önermesini yapıyor ve kalan tüm anlatılarla bağlantılı olarak basit ama anlaşılır şekilde.
Bana kalırsa film son katmana gelene kadar yönetmen; Mr. Reed ile birlikte çok başarılı şekilde eleştiriyor, değiniyor, sorguluyor… ama son katmanda yönetmen anlatmak istediği bu denli devasa konunun altında eziliyor çünkü Mr. Reed’in o tutarlı önermeleri (filmin konusu bağlamında) dağılmaya başlıyor. Yaratıcıyı bulduğunu iddia etse bir yerde yine kendinden üstün bir şeylere inanma ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Tüm bu tezleri sunuyor olsa da güçlü bir reenkarnasyon yakıştırması yapıyor. Evet din ”Kontrol” diyor ama yine de içten içe arayışta olduğunu, bir şeye de inanmak/bağlanmak istediğini anlayabiliyoruz. Burada ki arayışı daha net tutup filmin kalan iki katmanıyla daha keskin bağlasaydı kesinlikle daha etkileyici olurdu çünkü bodrum kısmından sonra her anlamda seyirci olarak dağılıyoruz.
Son katmanda bize Reed’in aradığı yaratıcının aslında ”Kontrol edebilme gücü” olduğunu anlatıyor ve yarattığı burada kendisini ”Tanrısallaştırdığını” anlıyoruz, çünkü kontrol kendisinde. Tüm bu önerme silsilesinin sonunda ise Reed ölürken rahibe Paxton’a;

”Dua et.” diyor yani kontrol artık kendisinde olmadığı anda yeniden bir şeye sığınma/dahil olma isteği oluşuyor. Bu tezatlık pek tabii yönetmenin bilerek koyduğu bir detay; insanoğlunun dahil olma hissi zorunluluğu, bir noksanlık hissiyatı…
İnsan sadece düştüğünde kendinden üstün bir şeye mi inanıp yardım istemeli?
Mr. Reed sonlara doğru oldukça fideist bir açıya geldiğini. Daha karmaşık duygular içerisinde kaybolduğunu anlıyoruz. Yola çıkış hikayesi ile, yolun sonunda ki hikayesi tutmasa da yolun kendi çok keyifliydi.
Final sahnesine geldiğinde bir çok insanın anlamadığını ”Böyle son mu olur?” dediğini gördüm. Sonunu anlamamalarında ki nedenin çok bariz şekilde filmde ki diyalogları ve yönetmenin tarzını takip etmemeleri olduğu aşikâr.
Sonunda Paxton evden kurtuluyor ve yarılı şekilde dışarıya çıkıyor;

Yerde otururken bir bakıyor elinde kelebek var ve kamera açısı değiştiğinde aslında kelebek olmadığını görüyor/görüyoruz. O kelebeği eve ilk geldiklerinde henüz birinci katmandayken camda ve tavana uçarken görmüştük;

yani Paxton üçüncü yani son katmanda Barnes’in ”Ölüme yaklaşınca beynimiz bize olağanüstü şeyler gösterir. Bizi yaşama döndürmek ister.” konuşmasından da anladığımız üzere ölüyor ve beyni ona bir anısını gösteriyor (Aslında filmin bir bakıma tümüyle alakalı olan ”Kelebek Teorisi/Kelebek Etkisi” bir halüsinasyon görüyor) yani ölüme yaklaşma deneyimi yaşanıyor;

(Görsel bodrum katında Barnes’in ölürken ki deneyimini/gördüklerini anlattığı kısım)
Yani filmimizde mutlu son yok, tüm ana karakterler ölüyor. Paxton’da ölmek üzere.
Toparlayacak olursam; Heretic ortaya büyük bir derdi koyuyor ”Neye, nasıl inanıyoruz?” diyor ve üzerine düşünmeniz için sayısız metafor, simgeleme, atıf… yaparak birinden biriyle sizi yakalıyor düşünmenize, kendince yorum yapmanıza izin veriyor.
Tüm bu anlam yoğunluğu ve kültürel bombardımanın ardından yönetmenin de tarzıyla analizimi bitiriyorum; Kontrol güçtür.
İyi seyirler.
Yorumumu detaylandırdığım bazı bilgileri sizin için derledim, tıklayıp okuyabilirsiniz;
Reenkarnasyon Nedir?
Varoluşçuluk Nedir?
Fideizm Nedir?
Apateizm Nedir?
Kelebek Etkisi Nedir?
