More

    Moana (2016)

    Konusu:
    Moana Antik Polenezya’da yaşayan bir kabilenin şefinin cesur kızıdır. Güçlü ve korkusuz Moana doğanın içinde büyümüştür ve neşeli bir kızdır. Ancak yarı tanrı Maui tarafından yapılan korkunç bir lanet onun adasına dek ulaşır. Maui tanrıça Te Whiti’nin kalbini çalarak onu kızdırmıştır ve şimdi balıkçılar balık tutamaz olmuş, ekinler yetişmeden solar olmuştur. Ancak Moana bu duruma boyun eğmemeye kararlıdır. Güney Pasifik’ten yola çıkan genç kızın amacı laneti sonlandırmak için yarı tanrıyı bulmak ve ona çaldığı şeyi iade ettirmektir..’

    IMDb: 7.6

    Yorumum:
    Moana.. ifade edebileceğim en basit hâliyle ”Bir öz arayış” hikayesidir. Bu arayışta kahramanımız Moana’nın kendini bulmasına şahit oluyoruz, hatta bulmasından öte ”arayış servünenine” diyebilirim. Bu arayışı; hikayeleştirmesi, görselleştirmesi hatta müzikalleştirmesi… akışın içine öyle güzel etki ediyor ki kendinizi Moana ile birlikte dans ederken bulabiliyorsunuz. Bu yüzden Moana hepimizin bir şeyler bulabileceği güçlü bir animasyon. Tabii ki eğer arıyorsanız…


    Yorumumun bu kısımdan sonrası yoğun spoiler içermektedir. Kesinlikle filmi izledikten sonra okumanızı öneriyorum.

    Moana’nın bulunduğu köyün gerçekte de olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum ama evet gerçekten de var.. Orası Polinezya (Bkz. Polinezya hakkında daha fazla bilgi için tıklayabilirsiniz) ve orada O insanlar gerçekten yaşamışlar, animasyonda gördüğümüz gibi yaşamışlar hatta bugün bile yaşıyorlar. Böyle düşününce Moana artık bir sözüm ona ”Animasyon” olmaktan çıkıyor daha güçlü bir motivasyon hâlini alıyor; ”Öz ve onu bulmak…”

    Animasyon başlar, başlamaz anlatılan hikayeyi (Moana’nın babannesi çocuklara eskilere dayanan bir efsaneyi/hikayeyi anlatıyor) dinleyen çocuklar korku dolu gözlerle bakarken Moana kulağında ki çiçeğiyle keyifle dinliyor; kulağında ki ise ”Plumeria” adında yöresel bir çiçek.
    ”• Zorlu zorluklara dayanma gücü
    • Ruhlar ve hayaletlerle bağlantı kurmak
    • İki insan arasındaki yoğun sevgi ve kalıcı bağ
    • Ölümsüzlük ve manevi bağlılık birden fazla yaşam süresine yayılmıştır”
    bu anlamlar size tanıdık geldi mi? Animasyonun temeline yayılan alt metinin tamamı sadece bir çiçekle bile bağdaştırılabilir mi? Evet! çünkü bağlantıları fark edince içinde yüzebileceğiniz bir Dünya burası, sinema..
    Bir öz arayış hikayesinde elbette daha başlar başlamaz bize derdini anlatacaktı yönetmen, bu yüzden de böyle güçlü sembolleri bize hemen gösterdiler çünkü sonrası çok ama çok daha derinleşecek. Ne de olsa orası bir okyanus ve her adımda daha derine…

    Okyanusun yarılması animasyonun daha ilk başlarında gerçekleşiyor (Bu yarılma olayı animasyonun sonlarında da olacak) ve bir çok mit/hikaye/efsane… adına ne derseniz deyin konu olan bu okyanus yarılma olayı hem dinlere, hem mitolojilere çok tatlı bir gönderiydi.
    Moana’da Okyanus kendi başına bir ”birey” gibi hareket ediyor. Moana’ya yol gösteriyor, yardım ediyor (Su formunda), Moana Okyanus’a sesleniyor… yani Okyanus yaşıyor. Bu her ne kadar Polinezya Kültürü ve Maori mitolojisi ile ilintili olsa da (O mitolojiler için Okyanus’un kendi ruhu vardır ayni o aslında canlı ve kutsaldır. O’na saygı duyar ve severler) bu güçlü hikayenin tüm kültürler arasında nasıl değiştiğini, nasıl yayıldığını anlayabiliyoruz. Dünya bir fanus biz ise içinde ki küçük balıklarız ve akan bu gerçeklikler arasında filtremizden geçirdiklerimizi kabulleniyor kabullenmediklerimizi de okyanusa gönderiyoruz ama gönderdiklerimiz ise bir başkasının tek gerçeği olabiliyor… işte Dünya bu kadar karmaşık ama bir o kadar da düzenli.

    İlk yarıda animasyon çok güçlü şekilde ana sorununa eğilmeye başlıyor yani; Moana’nın kendini arayışına. Bu arayışı olduğu yere sığamayıp/kabullenmeyip kendini bulmak isteyen, (Bana birini hatırlatıyor) normlarla ve O’na sunulanlarla yetinmeyen güçlü bir karakter olmak istiyor, O kendi olabilmek istiyor. Bu aidiyetsizlik veya ait olmak için (Kendine ait olmak evet, sadece kendine) kendini aşmak için verilen mücadelenin görselleştirilmiş hâli. Moana’nın her hareketi, her şarkısı ufka olan özlemini anlatıyor, uzanıp tutabileceğini düşündüğü ama uzanamadığı ufka.
    Konfor alanını terk etmek insanlar için hep zor olmuştu çünkü insan beyni alışılmışın dışına çıkmak istemez ”Savaş veya kaç” iç güdüsü zorlayıcıdır çünkü bunun yerine ”Sakin kal bak buradayıız, iyiyiiiz” telkininde bulunun ama konfor alanını terk ettiğin an yıllar önce uyuttuğun o ”Savaş veya kaç” iç güdüsü çalışır. Her yerden gelebilecek her şey karşı ”acaba” ile adım atar tüm mekanizme aktif olur, aradığını bulana kadar da savaşma modundan çıkmaz çünkü artık uyanmıştır… Moana gibi ya da Dünya’da sayısız örneklerle gördüğümüz kabına sığamayan diğer insanlar gibi. Sığmak bir tercihse, sığamamak yolun kendi olmalı, olmalı ki sığamadığımız her an için bir şeyleri daha uyandırabilelim. Bize iyi gelecek, bizi canlandıracak sunulandan fazlasına dokunabilelim çünkü Moana tam da bunu yapıyor, uzanıp.. dokunuyor.

    Yolculuktan sonra karşımıza çıkan yarı Tanrı Maui ise (”Maui” direkt olarak yine Polinezya Mitolojisinde vâr olan yarı Tanrı. Özellikle okyanusun dibinden toprak çıkartarak ada yaptığına inanılıyor) Moana ile neredeyse özdeş şekilde ”kaybolmuş bir öz” evet o bir Tanrı ve elinde kancasıyla istediği şekle dönüşebildiği özel bir gücü var (Kanca Polinezya Mitolojisinde okyanusa olan bağlılıklarını ve doğaüstü güçleri sembolize ediyor) ama o ”ait” değil… bu yüzden de ait olabilmek adına insanlara iyilikler yapıyor, Te Fiti’nin Kalbi’ni çalıp insanlara vermek istiyor, kabul görebilmek hatta belki de.. sevilebilmek için kendinden alıp O’nlara veriyor… Bu yüzden ikisinin de bir şekilde arayışta olduğunu ve bu arayışı hem ruhsal (animasyona göre) hem de fiziksel yaptıklarını anlıyoruz.

    Yolcuğumuzun bir diğer anlatımı da Tamatoa karakteri üzerinden yapılıyor bu aslında o kadar güçlü ve güzel bir örnek olmuş ki detaylara baktığınızda büyüleniyorsunuz. Tamatoa klasik bir ”metalaşma” örneği olarak karşımıza çıkıyor. Değerli eşyaları seviyor, O’nlar için savaşıyor, biriktiriyor, saklıyor… ama çevresinde kimse yok çünkü o metayı toplumun üzerinde tutuyor, o kendi özünü değil; değer yüklenen materyalin kimliğini kabullenmiş. Bu günümüz toplumunda kapital çarklar içinde kaybolan insanları, değer üreten değerleri değil ”üretilen” değerleri kabullenen insanları, Charlie Chaplin’in de filmlerinde gösterdiği gibi (1899 yıllarından falan bahsediyorum) tek tipleşen insanları vurguluyor. (Tek Tipleşme – Standartlaşma – Düşünce yönetimi… gibi toplumsal dinamizm konularını derinlemesine işleyen ”1984” ve ”Hayvan Çiftliği” kitaplarını okumanızı şiddetle tavsiye ederim.)

    İlerleyen dakikalar da Tamatoa’ya ne oluyor? Tüm hazinesini taşıdığı sırtı üzerine devriliyor ve bir daha da kalkamıyor çünkü O’nu kaldıracak bir arkadaşı veya tanıdığı yok çevresinde. O meta içinde kaybolmuş biri çünkü, O altınlar ve zenginlik içerisinde kendine de çevresine de yabancı sistemin bir dişlisi. O bir kaybeden ama maddi olarak değil.. O kimliğini kaybeden biri.
    İnsanlar böyle yalnızlaşmıyor mu? Birbirine değer vermek yerine”bir şeylere” değer veriyorlar ve artık sözüm ona ”değer” alınabilir/tüketilebilir hatta harcanabilir bir meta hâlini alıyor. Bir ”değer” sizin ona verdiğiniz kadardır (Düşünsenize Dünya’nın en büyük elması Cullinan Moana’nın kabilesi için bir belki keskin bir bıçak yapmak için işe yarayacak bir taş parçasından fazlası değil. Bu kadar basit çünkü asıl mesele elinizde tuttuğunuz olan değil, O’na nasıl değerler yüklediğiniz) asla fazlası değil bu yüzden değer verdiğiniz ne varsa gerçekten içerden bir yerlerden, kalbinizden verin.

    Animasyonun belki de en güçlü ve tüm o hikayesini temellendirdiği o an. Te Fiti ile karşılaşma ânı. Burada tüm bu kötülüğü yayanın yine iyiliğin de kendi olduğunu anlıyoruz çünkü kalbi çalınmıştı. Her yeri güzelleştiren biri neden kalbi çalındı diye kötülük yaymaya başlasın? Kalbi olmayınca iyi olmaya devam edemez miydi? Yoksa.. burada asıl mesele o kalbin olup, olmaması değil mi? Evet! sorun kalbin olmamasında değil, kalbin yaptığı yolculukta. Moana artık kendini tamamladığında Te Fiti’nin de aslında olduğu kişiyi görmeye başlıyor. Yin&Yang felsefesine atıf yapılan bu an bize her kötünün içinde ki iyiyi, her iyinin içinde ki kötüyü görselleştiriyor. Çokça kullanılan bir Çin felsefesi olsa da Moana’da başka tatlı bir detay olmuş.
    Moana tüm süre boyunca arayış içinde olan ve bu arayış içinde kendini sürekli değiştiren, değiştikçe de öğrenen bir karakter yani aslında hepimizin biraz olması gereken yerde duran yegâne bir yolcu. Bize sunulanlarla yetinmeyip dışarıya doğru taştığımızda yeni hikayeler, yeni maceralar yaşayacağız ve bu bizi daha çok geliştirecek. Durduğunuz anda ise Te Fiti’nin kalbi çalınacak ve artık üretmek yerine tüketen, korumak yerine Tamatoa gibi olduğunuz yerde kalan, gelişmek yerine kancaya yani birine bel bağlayan, aşmak yerine köyün şefi olmaya itilen biri olacaksınız… Siz kendinizi arayın ve bulduğunuzda ise kalbi öyle bir yerleştirin ki kimse çıkarıp sizi karanlığa çekemesin. Unutmayın hayat nefes aldığınız anlardan değil, nefesinizi kesen anların toplamından ibarettir. Bir sürü anlarınız olması dileğiyle…

    Bazı kaynakları yazı içinde, bazılarını ise yazının sonunda yer verdim. Merak edenler ve konuyla alakalı daha derin araştırma yapmak isteyenler aşağıda ki kaynak linklerine tıklayıp okuyabilirler. Analizimi okuduğunuz için teşekkür ederim, sinemayla hatta biraz da sihirle (Hogwarts sihri olabilir) kalın…

    Meta/Metalaşma Nedir? Tıklayınız.
    Yin&Yang Nedir? Tıklayınız.
    Mâori Mitolojisi Nedir? Tıklayınız.
    Charlie Chaplin Kimdir? Tıklayınız.

    Son Yazılanlar

    Başka Bir Sen (2025)

    The Gorge (2025)

    Önceki İçerik

    İlgili Seçenekler

    Yorum Yazınız

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz